CLICK HERE FOR THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES »

26 Ağustos 2008 Salı

Rengarenk



Mutluluk küçük ayrıntılarda gizlidir...







glitter-graphics.com

19 Ağustos 2008 Salı

Huuu komşu komşu




Apartman ve site yaşamı sanırım yukarda duydyğumuz "huuu komşuuu"cümlesinin büyük şehirlerde ölmesine sebep oldu.
Oysa apartmanımıza taşınmamızı takip eden aylar içerisinde “ev alma komşu al” atasözümüzün ne kadar da anlamlı olduğunu üst kat komşularımız sayesinde hatırlamış bulunmuştum. Sabahın köründe bangır bangır müzik dinleyen, evde takunya benzeri terliklerle gezen ve olmadık saatlerde halı olmayan evlerini “gacurt gucurt” sesleri eşliğinde elektirkli süpürgeye süpüren bu insanımsı varlıklar, çok geçmeden ne kadar nezaket özürlü olduklarını da ekte yaşanan şu hadiseler sonrasında bizzat bizlere kanıtlamışlardır.
Hadise 1: Başak, yoğun kanama sonrası, bebeğinin hayata devam edebilmesi için dualar ederek, aldığı hormon haplarının da etkisiyle sersem bir şekilde yatmaktadır. Ama nedense kafasının içinde “bessa me moucho” şarkısı çalıp durmaktadır. Bu işte bir gariplik yok mudur? Elbette vardır. Şarkı sabahın 8 küsüründe kafasından değil üst kattan gelmektedir. “Ya sabır, ha bitti ha bitecek” derken, şarkılar ispanyolcadan,fransızcaya ve yunan şarkılarına dönüşmektedir. Kısa bir süre daha sabreden Başak, bir hışımla üst kata çıkıp zili çaldığında karşısında küstah, küstah olduğu kadar sevimsiz bir gençle karşılaşır(genç dediysem 27 ve üstü öyle 18 filan zannetmeyin). “Rahatsız olduğunu, olmasa bile yüksek sesle müzik dinlemenin bir zamanı olduğunu düzgün bir dille ifade edip, sesin kızılmasını rica ettiğinde aldığı cevap Başak’ın içinde “ah elimde bir balta olsaydı da şu adamın kafasına indirseydim” hissi yaratır. Cevap nokasına virgülüne dokunulmadan aynen şöyledir. “Sabah kaçta müzk dinleyeceğime sen mi karar vereceksin, hem dinlediğim şarkılar çok güzel...” Aklındaki balta hayaliyle”kibar bir şekilde özür dileyip sesi kısmanızı beklerdim, bu yaptığınız kabalık” diyerek, aklındaki diğer cümleleri içinde tutan Başak, “asıl siz terbiyesizsiniz bu saatte gelip kapıma dayanıyorsunuz” cevabıyla bir hışım eve dönüp balta aramaya başlar, ancak yazık ki evde hiç balta yoktur...
Hadise 2: Bu müzik sesini uygunsuz saatlerde açma olayı aylarca devam etti. Hatta bir gün Efe Deniz’in uykusundan uyanmasına bile sesbep oldu. Apartman girişinde bahsi geçen gencin babasıyla karşılaşan eşim yukardan gelen yüksek sesli müziğin bebeği rahatsız ettiğini söylediğinde ne cevap alsa beğenirsiniz “biz 2 ay sonra taşınıyoruz zaten...” Nasıl yani, siz iki ay sonra taşınıyorsunuz diye biz 2 ay daha bunu çekelim mi? Herhalde adamın yaşı itibariyle eşim, kibar davrandı yoksa ikinci bir baltalı saldırıya açık bir cümle...
Neyse ki, bu baş belası denebilecek aile tam çapraz karşımıza taşındı da bir süredir rahatız. Ama esas güzel olan bu gürültücü aileden muzdarip, bizim üstümüzün üstünde oturan Yasemin ve Atilla ile görüşmeye başlamamız oldu. Yasemin ve Atilla ile sık sık apartman giriş çıkışında, asansörde karşılaşıyor, hep görüşmek istiyor ama bir türlü fırsat bulamıyorduk. Yasemin benden tam 1 ay önce doğum yapmış ve Uras isminde dünya tatlısı bir oğlu olmuştu. Efe Deniz’in yaşıtı bir arkadaşı olacağı düşüncesi çok heyecanlıydı. Akşam üstü yukarı çıktık. Kapı açıldığında Efe Deniz de, Uras da babalarının kucaklarındaydılar ve uzun uzun birbirleriyle bakıştılar. Daha sonra kaynaşmaları için yere yan yana bıraktık ufaklıkları. 1 ay gerçekten de ne kadar değiştiriyor bebekleri. Yüzü tanımaya çalışan Uras her inceleme girişiminde bulunduğunda bizimki ağladı, biz güldük. Uras son sürat emekleyen, fena halde sıralayan maaşallah kıpır kıpır bir bebek. Bilirsiniz ben de hep Efe denzi’in hareketliliğinden bahsederim ama Efe Deniz, Uras’ın seriliği karşısında dondu kaldı diyebilirim. Beraber oynamaları için ortaya koyduğumuz oyuncakları, Uras eline alıp emekleyerek başka yerlere götürünce ve bizimki de emekleyip ulaşamayınca yine bastı yaygarayı. Yine de zaman zaman yan yana oturmaları, pencere storunun ipine iki uçtan saldırmaları, şaşkın şaşkın ve kaçamak bakışlar atmaları, o saflıkları çok güzel ve görümeye değerdi. Biz büyükler de bu hengamenin içinde sohbet edip birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulduk ve çok keyifli bir akşamüstü geçirdik. Öyle ki tekrarı bu pazara :)
Bu arada Uras’ın da bir blogu var burdan sizlerle tanıştırmak isterim kendisini:
http://www.urasingunlugu.blogspot.com/
Pazar akşamı ise bir burukluk vardı içimde. Cuma günkü kontrolüm sonrası serviksin ,rahim kanalının 31.8 mm olması sebebiyle Sibel hanım, kesinlikle bir gün dahi çalışamayacağımı üzülerek bildirdi. En azında 1,5 ay sosyalleşebileceğimi düşünüyordum oysa ki. Pazartesi şirkete gittim. Tabii komik bir durumdu. Herkes “aaa aynı bıraktığımız gibisin” dediler. Hatta Nehir’den hiç haberleri olmamış bazı arkadaşlar , “nasıl yani, kaç ay geçti hala doğmadı mı?” diye hayrete düşerlerken, bazı arkadaşların gözlerinde “vah vah, bak doğum sonrası nasıl göbek kalmış” ifadesini açıkça gördüm :)
Gerekli açıklamalar, yasal prosedürler ve hasret gidermenin ardından şirketten ayrıldım.Bugün itibariyle Efe Deniz’in doğumu için almış olduğum 6 aylık ücretsiz iznim bitip sigortam başlarken 32. Haftaya kadar raporlu bir şekilde yatmaya devam edip, 32. Hafta itibariyle ise doğum iznine ayrılıyorum.
Herkes az kaldı diyip duruyor. Ama koskoca 14 hafta var daha önümde. Hele bir de yatarak geçince bu süre 14 hafta 14 ay gibi geliyor insana. Olsun hele bir o 14’ün 10 hastasını geçirelim de, ben razıyım böyle yatmaya.
Ne derler bilirsiniz “karpuz yata yata büyür”. Ben de çocuklarımı karpuz misali büyütüyorum desem yalan olmaz değil mi...


6 Ağustos 2008 Çarşamba

Dolu dolu 8 ay


5 ağustos itibariyle 8 ayı geride bıraktım.
Sonunda bu dünya denen yeri sevmeye başldım. Hem çok hareketli, hem de keşfedilecek bir sürü şey var. İşte bu yüzden beni uyutmaya kalktıklarında artık direniyorum. Neden gözlerimi kapatıp da bu eğlenceli keşiflerden mahrum kalayım ki?
Taklit yeteneğimi geliştirdim. Anneannemin öksürüğünü taklit etmeye bayılıyorum. Ben daha “öhö öhö” yapar yapmaz herkes hemen bana bakıyor. Gerçekten öksürmeyip numara yaptığım anlaşılınca da hemen “taklit etmek çok ayıptır” diyorlar ama nafile... Taklit yeteneğim bununla sınırlı değil tabi, bizimkilerin heycanlandıklarıda çıkardıkları “hii” gibi bir ses var onu da taklit ediyorum ama annem bunu yaptığım zamanlarda bana “kapı gıcırtısı gibi ses çıkardın” yine diyor. İyi birşey mi kötü birşey mi henüz çözemedim. Ayrıca kim eliyle bir yere vursa ben de vuruyorum, bana “gel gel” yapıklarında ben de yapıyorum.
Cümleler de daha bir anlamlı olmaya başladı hayatımda. “At emziğini”, “Çak”, “Çirkincik yap”, Dilini çıkar” gibi komutlara keyfim yerindeyse cevap veriyorum. Yok eşe dosta göstermelik söyleniyorsa bu cümleler sadece gülerek bakıyorum. Benim kullandığım kelimelere gelince henüz beklediklerini vermedim bizimkilere. Bilinçsizce “dede” diyorum ve bol bol “lay lay” ile ne anlama geldiğini çözemedikleri cümleler kurup kendimce konuşuyorum. Herşeyi bir anda beklemeyin canım,ben daha bebeğim.
Her türlü eşya ilgimi çekebiliyor. Ama mütevazi bir kişiliğim, son model bir arabadan aldığım keyfi bir karton kutudan da alabiliyorum. Salıncakta sallanmakta hoşuma gidiyor, yerde bulduğum bir naylon poşetle oyalanmakta. Baktılar ki oyuncak filan ilgimi çekmeye başladı, geçenlerde büyük temizlik yapıp tüm oyuncakları yıkadılar. Kurutma kısmında ise bu komik görüntü çıktı ortaya...
Mütevaziyim ama tarzım var. Gözlük takmaktan , değişik saç modelleri denemekten, günde en az 5-6 kere üst baş değiştirmekten, değişik tadları denemekten keyif alıyorum. Değişik tadlar demişken. 1 ağustos dedemin doğum günü ve dedemle anneannemin evlenme yıldönümüydü. Bunun şerefine dedemle kadeh tokuşturdum. Aslanın da sütü olduğunu bilmiyordum. Ama hainler masadaki çeşit çeşit mezeden bir tattırmadılar, bütün gece yalanıp durdum yanlarında :( Yemek yemek de çok keyifli birşey. Ağzını sımsıkı kapayıp açmadığın zaman herkes başına üşüşüp komik komik hareketler yapıyor. Sen de gülmek için ağzını açar açmaz tıkıveriyorlar kaşığı ağzına. Ama benim favorim “mandallı anneanne”yle yemek yemece... hem bırakın artık kendim yemek istiyorum diyorum anlamıyorlar. Ne zaman kaşığı yakalamak için hamle yapsam ya benim yüzüm gözüm mama oluyor ya da bana yedirenin. Oysa bakın ne kadar da kibar yiyorum bisküvimi.
Son zamanlarda beni “Nehir”e alışırmak için büyük çaba sarfediyorlar. Almışlar bir tane bebek “bak bu Nehir, cici kardeş” gibi laflarla beni kandıracaklar akılları sıra. Gözümden de anlamıyolarlar galiba, ben de o oyuncak bebeği kardeş zannedecek göz var mı? Tutup saçını çekiyorum, gözünü çıkarmaya çalışıyorum, bir de bakıyorum anlamlı anlamlı birbirlerine bakıyorlar. Huuu o oyuncak bebek ya, ne endişeleniyorsunuz kardeşime hiç öyle şey yapar mıyım...Asıl kızdığım konu son günlerde çıkan “arabanı güzel kullan bak kardeşinde kullanacak o arabayı” lafı . Siz misiniz bunu diyen tenteyi yamulttum, kenarının telini çıkardım. Bi duru di mi, daha kız doğmadan arabamıza göz dikti. Güle güle kullan Nehir’cim :)
Bir de bu ay en hoşuma giden şey ellerimden tuttuklarında adım ata ata istediğim yere doğru ilerleyebilmek oldu. Böylelikle daha fazla eşyaya uzanıp, dafa fazla muzurluk yapabiliyorum. Yakında kimsenin elini tutmadan yapabilirsem şu işi, işte o zaman görün siz beni (ve bizimkilerin perişan hallerini).
İşte koskoca bir temmuz ayı böyle geçti. Ağustos’da beni yeni süprizler bekliyor. Annemin işe dönüşü, Lara abla’nın benim ve Nehir için bizimle çalışmaya-yaşamaya başlaması, ve bakalım daha nelerrr neleerrrr....


PS: Bu yazının yazıldığı gün yani 6 haziran saat 20:30'da ilk kez "baba" dedim :)

3 Ağustos 2008 Pazar

Havuz arkadaşları


Sürekli yatmanın kolay birşey olduğunu düşünenler varsa yanılıyorlar. Hele insanın kendi evinde hiç kıpırdamadan yatması ne yazık ki pek mümkün olmuyor-olamıyor.hele ki benim gibi televizyondan pek hazzetmeyen biriyseniz. Telefon için, ortalıkta gördüğün bir gazete ya da dergiyi kaldırmak için,sehpanın kenarında seni acayip rahatsız eden bir toz için, sıkılıp bir kitap almak için, terlediğinden üstünü değiştirmek için,sıkıntıdan çook su içtiğinden hem ikide bir biten su şişeni doldurmak hem de tuvalete gitmek için defalarca kalkabiliyorsun.

Oysa annem ve Efe Deniz ile birlikte havuza gittiğimde yattığım yerden pek de kalmadığım gibi yemeğim yanımda, suyum yanımda, kitabım, oğlum herşey yanımda olduğundan tuvalet ihtiyacı dışında hep şezlongumda uzanarak geçiriyorum günü. (tek dezavantaj, o güzelim havuza karşıdan bakıp da girememek oluyor)

Havuza gitmek, su kuşu olan oğlumuz için de çok yararlı oluyor. Akşamüstü güneşinden faydalanıp D vitamini depoluyor, Fenerbahçe Kulübü tam burunda olduğundan sıcaktan hiç bunalmadan bir gün geçiriyor. Yüzme denemeleri yapıp fazla enejisini atıyor.Daha iştahlı yemek yiyip,daha rahat uyuyor ve en önemlisi sosyalleşiyor.
Daha şimdiden pek çok arkadaş edindi bile.

Bu arkadaşlardan ilki Arda(üç yaşına aylar kaldı). Arda da bizim gibi anne ve anneannesi ile geliyor havuza. Efe Deniz de hem Arda'ya hem annesi Aylin'e hem anneannesi Öznur teyzeye bayılıyor. Daha onları görür görmez gülücükler atmaya başlıyor. Birkaç sene sonra beraber fena azacaklarından korkmuyorum desem yalan olur.(Eminim aynı korku Aylinde de vardır :) )

Arda ile.



Sarp'a gelince geçenlerde annesine söylediği bir söz sarp ile Efe Deniz'in ilişkisini anlatmaya yeter de artar diye düşünüyorum.

Uzun süre yaşıtlarıyla (6 yaş grubu) oynadıktan sonra annesinin yanına giden Sarp aynen şöyle der: " ben gerçek dostum Efe Deniz'in yanına gidiyorum" :) Çok alem değil mi?

Sarp ile



Bir de Selim var ki ben ona cankurtaran Selim(6yaş) diyorum. Özellikle yemek zamanlarında birden bire Efe Deniz'in yanında bitip "ceeee" oyunu ile Efe Deniz'in ilgisini çekerek yemek yemesini sağlayan bir cankurtaran. Bu arada Efe Deniz saçını çekse bile sesini çıkarmayan, ve bu sayede saç çekmenin kötü birşey olduğunu "cici" yaparak kafasını sevmesini öğretebildiğim bir arkadaş Selim.


Selim ile



Yusuf'a gelince sanırım bebek konusunda en tecrübeli isim Yusuf. Daha ilk gün yanımıza gelip "7 aylık galiba?" dediğinde donup kalmıştım. Meğer Yusuf, yeğeni sebebiyle tecrübeliymiş :) Bu tecrübesi sebebiyle genelde Efe Deniz'i kucağına alıp dolaştırmak istiyor. Ama ben pimpirikli anne malesef Yusuf'un bu isteğini her seferinde reddetmek zorunda kalıyorum. Ama o yılmıyor. Bir de Yusuf'un en çok hoşuma giden yönü yaşıtı arkadaşları top oynamaya başladığında onlara dönüp "bebek var dikkatli" olun diye uyarması.

Yusuf ile



Ayşe Deniz ile bir kere karşılaştık ama ikisininde ismi Deniz ve aralarında 2 ay fark olunca hemen kaynaştılar.


Ayşe Deniz ile (benziyorlar değil mi?)



Bahsetmek istediğimiz birkaç arkadaşımız daha var ama fotoğraflarımız eksik. Tamamlayıp havuz arkadaşları kadromuzu tamamlamayı başka bir yazıya bırakıyorum.


Bitirmeden çocuklar arasındaki yaş farkı kaç olursa olsun, yan yana geldiklerindeki o enerji, o iletişim, o saflık keşke biz büyükler arasında da olabilse değil mi?






1 Ağustos 2008 Cuma

Anneanne sevgisi

Bir bebeğimiz olacağını söylediğimiz günü hatırlıyorum da, en yakınlarımızın gözleri dolmuş ve hatta pek çoğu sevinçten ağlamıştı. Pek tabii ki bu sulugözlü duygusal grubun içinde annem de vardı. Sorunlu geçen ayları atlatıp,bebeğin sağlıklı doğacağı güne kadar kimse bana bir çöp dahi aldırtmadı oğluma. E hal böyle olunca Efe Deniz’in tüm alışverişi son aylara hatta haftalara kaldı. Annemle aramızda geçen şu diyaloglar da bu alışveriş haftalarında yaşandı.


B: Anne bak bu tulum güzel. Anne? annee?
A: Başak ya, bak bu çok güzel değil mi? (elinde pembe cicili bicili bir kız elbisesi tutmaktadır)
B: Anne yaa... bizim oğlumuz olacak sen ikide bir gidip kız elbiselerine bakıyorsun “topitop” mu yapacaksın çocuğu.
A: Off tamam tamam....elindeki tulum güzelmiş...aaa şu pembe hırkaya bak...
B:???ya sabırrrr...
................................................................
A: Başak ya, acaba ben Efe Deniz’i çok sevebilecek miyim?
B: Aaaa, ne biçim bir soru bu böyle anne!!! Torunun o senin, seversin tabii.
A: Ama kız olsa bir başka olurdu.
B: Offf yine mi kız meslesi?
A: Ama ben ona böyle cicili bicili hırkalar örecektim, saçlarını iki yandan toplayacaktım...
B: Tamam anne ,tamam, kapatalım konuyu bak oğlan duyuyor içerden söylediklerini küsecek sana...
A: Tamam küsmesin onu da seveceğim.
....................................................................
A: Bak kızım şimdiden anlaşalım. Ben öyle uzun uzun bakamam oğlana. Hele kusarsa, ishal filan olursa siz halledersiniz.
B: Tamam annecim biliyorum sen böyle şeylere dayanamıyorsun miden kalkıyor, endişelenme hiç birini yapmak zorunda kalmayacaksın.
.........................................................................
A: Bak Efe Deniz’e neler aldım.
B: Aaaa çok güzel şeyler bunlar...Hööö anne bu ne?
A: Çok hoşuma gitti rengi cıvıl cıvıl, güzel değil mi?
B: Elimde fosforlu turuncu-pembe arası bir alt ile öylece donup kalmıştım.

Şimdi bu konuşmaları düşündüğümde çok gülüyorum. Eminim annem de zamanında nasıl böyle konuştuğuna inanamıyordur. Çünkü şu an Efe Deniz ve annem arasındaki aşk hiç birimizle yok.
E nasıl olmasın? Oğlan gözünü açıyor yanında anneannesi, hemen kalkıp kahvaltısını hazırlayan, altını değiştirip, bulaşmış kakaları temizleyen (ayy ben hayatta yapamam demesine rağmen elleri kolları her yanı kaka olsa da şikayet etmeden hem de),gezmelere götüren,onunla oyunlar oynayan, uyutan, günde 3-5 kere üstünü değiştiren, gece uyandığında onu sakinleştiren, her öğün farklı bir çeşit yemek yesin diye didinen hep anneannesi. Hal böyle olunca, oğlan anneanneyi “annesi” beni de komşu teyze zannetmeye başladı :). Şaka bir yana, annem yapmam dediği her şeyi ama herşeyi yapar oldu. İki dakika ayrı kalsa özlüyor,kaka,kusma gibi eylemlerinden hiç iğrenmediği gibi bununla dalga bile geçip bunları sevdiğini bile söyleyebiliyor. Efe Deniz de bu sonsuz sevgi içinde çıldırıp tüm işve ve cilvelerini anneanneye yapıyor.
İkisi arasındaki bu sonsuz aşkın kanıtları ise işte burada:

Esas komik olan ise son günlerde annemle aramızda geçen diyaloglar:
A: Başak ya, sence kızı da Efe Deniz kadar sevebilir miyim?
B: Hööö!!! Anne sen Efe Deniz doğmadan keşke kız olsaydı diyip duruyordun,unuttun galiba???
A: Öyle diyordum dii mi? Ama Efe Deniz çok tatlı, ben onsuz yapamam. Kız doğunca,o yine bizde de kalır değil mi?
B: Kalır tabii arada sırada...
A: Kalsın tabii,hem siz de rahat edersiniz canım sık sık kalsın :)
B: Anneeeee....
A: Tamam tamam, kızı da seveceğim çok... ama Efe Deniz çok başka ya....
Bu diaylog böyle uzuyor gidiyor. Şimdi Efe Deniz’e hamileyken yaptığımız diyaloglara rağmen annemin Efe Deniz’e olan aşkını görünce, kızı da ne kadar çok secveceğini az çok tahmin ediyorum.
Bazen soruyorlar “peki kıskanmıyor musun?” diye. İnsan canından bir parçanın, canının bir parçası olduğu biri tarafından sonsuz sevilmesini kıskanabilir mi?