CLICK HERE FOR THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES »

20 Kasım 2013 Çarşamba

Tanımadığın biriyle yaşamak


 
Merhaba, isminiz neydi? Nerelisiniz? Kaç yıldır burdasınız? Yemek pişirmeyi biliyor musunuz? Çocuk sever misiniz? Ne kadar kalmayı planlıyorsunuz? Ne kadar maaş istiyorsunuz?
Eni topu yarım saat süren bu muhabbet sonrası eve daha önce hiç tanımadığın bu kişiyle dönüp onunla yaşamaya başlamak.

Garip mi geldi? Hayatınızda hiç yarım saat konuştuğunuz biriyle aynı evde yaşamaya başlamadınız mı yoksa ? O zaman ya çalışmıyorsunuz, ya çocuğunuza akrabalar bakıyor, ya hiç bakıcı krizi yaşamadınız, ya da çocuğunuz yok.

Bakıcılar üzerine sayfalarca yazabilirim. Ama bunu başka bir yazı konusu olarak saklıyorum. Bu yazı bakıcı bulmanın zorlukları ve cilveleri üzerine olacak.Daha ilk bakıcı aradığım zamanlarda yazdığım şu yazımın üzerinden seneler geçmiş ama konuyla ilgili bir arpa boyu yol katedememişim. Bu iş tamamen şans ve iyi niyet işi. Yazının sonunda bahsettiğim bakıcımız bizimle 5 yıla yakın kaldı . Bu işin özü karşılıklı iyi niyet çünkü. Senin aile olarak iyi olman yetmiyor, gelen insanın da aynı iyi niyetle karşılık vermesi gerekiyor. Yazık ki çoğu rahata alışmış olan bu meslek grubu mensupları sebebiyle zavallı bıcırlarım akşam yattıklarında başka sabah kalktıklarında başka suratlarla karşılaşmak zorunda kaldılar pek çok kez. Son birkaç vedanın ardından artık onlar da durumu kabullendiler ve “giden bakıcının ardından ağlayamam ben böyle yas tutamam” şarkısını benimsediler.

Bakıcı aramanın raconu hala aynı. Bir kaç alternatif yol var.İlk alternatif, Ajanslar :yüksek komisyon, yüksek maaşlı çalışanlar, 3 ay garanti, 3 ay sonra giden bakıcının yerine yenisi komisyon karşılığı yenileniyor. Son görüştüğüm bir ajans yatılı türk bir bayanın maaşı için 3000 lira dedi. 3000 de ajansa komisyon. 3 ay sonra allah kerim?!?  Ben gık mık edince adamın tavrı öyle bir değişti ki utanmasa “otur o zaman evinde çocuğa kendin bak” tınısı vardı sesinde. İkinci alternatif, eş-dost akraba,arkadaşlar: Garantili ama kısa zamanda sonuca ulaşmayan bir yöntem. Diğer bir alternatif, bakıcıların tanıdıkları: tanıdığınız kişlerin yanında çalışanların yeni gelen ve iş arayan tanıdıklarına sizi yönlendirmesiyle başlayan ve sürecin sonunda  kimin kimden nasıl aldığını bilemediğiniz telefonunuzun sürekli  aranır hale gelmesi. Öyle ki dışarıda bir yerdeyken üst üste gelen telefonlara “nerelisiniz? kaç yaşındasınız?, haa ama biz genç istiyorduk, ya da tamam nerede kaçta buluşalım” gibi üstüste yaptığınız telefon görüşmeleri sonucunda etrafınızda size şüpheyle bakan bakışlar oluşur. Acil ihtiyaç halinde en etkili yöntemdir. Son 258 bakıcımı bu yolla buldum. Gördüğünüz üzere ne kadar etkili bir yöntem. Neredeyse hergüne 1 bakıcı bulunabilir bu yöntem ile. Bir de görüşme dialogları vardır ki evlere şenlik. Örneğin yeni gelen biriyle görüşümeye gittiyseniz mutlaka iki kişi ile görüşürsünüz. Biri işe almak için gittiğiniz kişi diğeri de tercümanı. Görüşme ise genelde şu şekilde ilerler; Merhaba, adın ne? Dilara? Kaç yaşındasın Dilara? Yırmuuc. Çocukları sever misin? İveet. Beni anlıyor musun? İveeet. Hiç cocuk baktın mı? İveett. Yemek biliyormusun? İv...!!! yanındaki kadına kendi dilinde birşeyler söyler. O da ona birşeyler söyler. Sonuç:tercümanın bize ilettiği kadarıyla, öğretirseniz yaparımdır. Sonraki her sorunun cevabının iveet olması muhtemeldir. Bir de uzun zamandır bu işi yapanlar vardır.  Yaşlı bakmış, çocuk bakmış ama ev işi yapmayanlar. O kadar yerde çalışıp da nedense bir türlü yemek yapmayı öğrenmemişlerdir. Bunlar da yine öğretilirse yaparlar. Bir de ne tesadüftür ki bu çalışanların daha önceki çalıştıkları tüm aileler ya Almanya’ya, ya Bodrum’a, ya Amerika’ya gitmişlerdir. Diğer bir grup ise her işi yaparımcılar. Yemek de bilir, çocuk da bakar, ütü de yapar ama 800 dolar ve 35 TL izin parası ister. Haftasonu 2 gün izin yapmak ister, arada kontör yüklemeni ister...vs.

Tüm bu meşekketli süreçlieri aşıp buldun birini diyelim. İşte esas macera o noktadan sonra başlar... Nasıl mı? Azzz sonra...


glitter-graphics.com

14 Kasım 2013 Perşembe

Şimdi siz beni Dilovası’nda bir fabrikada çalışıyor zannediyorsunuz değil mi?!?


 
 
Şimdi siz beni Dilovası’nda bir fabrikada çalışıyor zannediyorsunuz değil mi?!?

Oysa ben tam da şu anda masmavi bir denizin karşısında, çıplak ayak, kumların üstünde yürüyorum. Bembeyaz kumları ve turkuaz denizi ile huzur dolu bir yer burası. Ilık rüzgarın dağıttığı saçlarımı şapkamın altına itekliyorum.  Beyaz elbisemin eteklerini kıvırıp, oturuyorum ıslak kumalara. Denizin dalgaları değiyor ayak uçlarıma. Tam gözlerimi kapatıp sessizliği dinleyecekken bembeyaz kocaman bir köpek geliyor yanıma. Kafasını kucağıma koyup,okşamamı bekliyor usulca. Pufuduk tüyleri arasında kayboluyor ellerim. Bir süre, ellerim kafasını okşayarak öylece oturuyorum. Sonra “Kartopu”, duramıyor yerinde ve oynamak istiyor. Palmiye ağaçlarının arasından bulduğu bir dal parçasını getirip bana uzatıyor. Sahil boyunca koşuyoruz birlikte. Her yakalayışından sonra gelip şımarıyor bana. Güneş yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlarken denizin üzerine yansıyan kızıllık eşliğinde geri yürümeye başlıyoruz. Eve geldiğimizde koşarak bahçeye geçiyor  Kartopu. “Kartopuuu” diye çığlık atıyor Nehir. “Okuldan geldiğimde beni karşılamaman ne büyük nezaketsizlik.” Kartopu patilerini Nehir’in göğsüne dayayıp yüzünü yalamaya başlıyor. Sarmaş dolaş yuvarlanıyorlar çimenlerde. Efe Deniz salondan bahçeye açılan kapıdan gülümseyerek izliyor onları. Yanına gidip yanaklarından öpüyorum. Akşam yemeği ve derslerden önce oynamaları için onları bahçede bırakıp mutfağa yöneliyorum. Kasım olmasına rağmen bahçede yemek yiyebilecek kadar ılık bir hava var dışarıda. Tahta masaya beyaz bir örtü serip masayı hazırlıyorum. Kapıdan gelen anahtar sesiyle Deniz ve Nehir kapıya koşuyorlar. “ Babaaaa bugün okulda ne oldu biliyor musun” diye birbirleriyle yarışarak anlatıyorlar günlerini bir solukta babalarına. Bahçeden kopardığım domates, biber ve salatalıkları ekliyorum salataya. Birer kadeh şaraba ne dersin diyorum Fikret’e. Yıldızların altında, bahçeyi aydınlatan meşalalerin arasında yiyoruz akşam yemeğimizi. Fonda Norah Jones’un sesine eşlik eden cırcır böcekleri...

“Başak Hanııım, genel müdür’ün beklediği yetenek programının sunumu hazır mı?”...

Müdürümü yemeğe davet ettiğimi hatırlamıyorum.

Dilovası’nda bir sunuma bakıyorum. Bedenim burada, ruhum cırcır böceklerinin yanında...

Bedeniniz nerede olursa olsun ruhunuzu özgür bırakın.Hayalgücünüzün gücünü hafife almayın J.




glitter-graphics.com

11 Kasım 2013 Pazartesi

Rutinden kaçış


Sevgili çocuklarım,

Başka bir yerde başka biri olarak doğsam ne olurdum diye düşünürüm zaman zaman. Bir balıkçı kasabasında, deniz kenarında bir evde bir balıkçı kızı olarak doğmak isterim nedense... Denize olan aşkımdan, hep deniz kenarında bulduğumdan olsa gerek huzuru. İsimlerinizin bile çıkış noktasıdır denize ve suya olan tutkum. 

İş hayatı, İstanbul’un telaşı, gündem, politika, ilkokul, dersler, AVM’ler üsütüme üstüme gelmeye başlamıştı son günlerde. Birbirini tekrarlayan günlerden, birbirinin kopyası hayatlardan ve en önemlisi kendi kendime tekrarladığım rutinlerden öyle sıkıldım ki... Bir karar aldık babanızla bundan sonra elimize geçen her fırsatta, yağmur, çamur olsa dahi uzaklaşacağız şehirden diye. Daha fazla zaman geçireceğiz doğada.

Bu haftasonu ilk kaçamağımızı gerçekleştirdik. Farklı birşey yapacağız bugün dediğimde “ilk cevabınızın: oyun parkına mı gidiyoruz?” olması bile ne kadar döne döne aynı şeyleri yaşadığımızı bir kez daha ispatladı bana. Bir oyun parkından ne kadar anı bırakabilirim ki sizlere? İleride annem beni çok güzel sallardı ya da inanılmaz güzel jeton atardı oyuncağa mı diyeceksiniz? Ben sizlerle birlikte birşeyler yapmak,güzel anları paylaşmak istiyorum. Ben okulun baskısı daha da binmeden üzerimize rutinden çıkmak istiyorum...

Yola çıktığımızda oyunparkına gitmediğimiz için pek de memnun olmadığınızı hissediyordum bakışlarınızdan, ses tonunuzdan ama içimdeki ses günün çok iyi geçeceğini söylüyordu bana. İstanbul’dan çok da uzaklaşmadan 1 saatlik bir yolculukla vardık Şile’ye. Yazları yer bulunamayacağına inandığım kumsal, sonbaharın ılık güneşinin ısıttığı birkaç sevgili ve köpeklerini dolaştıran çiftler dışında boş sayılırdı.
 
 
Bomboş, upuzun kumsal boyunca koşmak, kumlarda yuvarlanmak (her tarafımıza kum kaçacağını bile bile), denizin sahile vuran dalgalarıyla yakalmaca oynamak, denizden gelen rüzgarın yanaklarımızı kızartması, rüzgarı kalbimizde hissetmek. Özgürlük ve huzur...






Yanımıza aldığımız olta ile balık tutma çabalarımız, sonuçta yakalaya yakalaya bir yengeç yakalamamız yakaladığımız yengecin yeni arkadaşlarınız tarafından katledilmesi, kedi yavrularının peşine düşüp katledilen yengeci unutuşunuz, sizin yeni arkadaşlarınız sayesinde bizim de yeni arkadaşlar edinmemiz,
 


kumda su bulana kadar kazdığınız çukura yerleştirdiğimiz dilek mumu, hepinizin dileklerinizi dilemeniz, kimse o dileklere ulaşamasın diye dilek çukurunu saklamanız, Nehir ve Irmak adındaki yeni edindiğiniz bu ikiz arkadaşlarınızdan Nehir’in Nehir ile, Irmak’ın Efe Deniz ile olan benzerliği ve anlaşması, bizlerin siz oynarken onların anne babasıyla rahat rahat oturup içkilerimizi yudumlayabilmemiz , şömine ateşinde kızarttığınız ekmekler,
 
 
 
 
 

sahilde sizlerin toplayıp getirdiğiniz tahta parçaları ile (Efe Deniz’in söktüğü tahta kapının sahipleri varsa umarım bu yazıyı hiç okumaz)  yakılan kocaman ateş ve etrafında yaptığınız ateş dansı...


 
Yazdan kalma bir günde zamana takılmadan yaşamak...
 
Erol- Funda çifti ve ikizleri Nehir ve Irmak ile karşılaşmasaydık yine bu kadar keyifli geçer miydi günümüz bilmiyorum. Tek bildiğim yeni insanlarla tanışmak, farklı bir mekanda olmak, deniz-kum-güneş-rüzgar ve doğayla içiçe olmak hepmize iyi geldi.




Oltanı unutmana rağmen hiç mızıldanmadın Efe Deniz, bence bunun en büyük sebebi oraya tekrar gitmek için bahnemiz olmuş olmasıydı. Yola çıkarkenki nereye gidiyoruz acaba endişelerinizin yerine, günün sonunda gözlerinizdeki ışıltı doğru karar verdiğimizi gösterdi bize. Bundan sonra top havuzu yerine toprak-kum, jetonlu oyuncaklar yerine ağaçlar, balıklar hayvanlar, sinema filmleri yerine kendi filmimizin kahramanı olmayı seçelim. İleride birgün bugünlere dönüp baktığınızda annenizin sizi salıncakta nasıl salladığı değil, yengeçten nasıl kaçtığı kalsın hatıralarınızda...
 
 




glitter-graphics.com

8 Kasım 2013 Cuma

İyi ki doğdun kızım


Yine böyle güneşli miydi hava hatırlamıyorum. Doktor kontrolü diye gittiğim hastanede doğumun başladığını söylediklerinde, o günden geriye tek hatırladığım “ama daha erken” diye düşündüğüm. Zor ve erken bir doğum, sancılı bir doğum sonrası sürecinin üzerinden bugün tam 5 yıl geçti.

İnsan kötü hatıraları siliyor herhalde. O günleri bir sis perdesi içerisinde hayal meyal hatırlıyorum; Hastane hastane tahlil peşinde daha 1 aylık bile değilken, seni sepet gibi yanımızda sürüklediğimiz günler, yapıştırılan tahlil bantlarından tahriş olan narin cildin, kan alacağız diye delik değiş olan ellerin ayakların, oraya buraya yollanan tahliller, sorunun bile ne olduğunu bilmeden geçirilen bi-çare günler, gülümsediğinde bile endişeyle baktığımız o minik yüzün...tüm bunları sanki bir filde seyretmişim de aklımda öylesine kalmış gibi hissediyorum.

Hatırlar gibi olunca o günleri  hemen dönüp sana bakıyorum; Sabah kalkar kalkmaz bıcır bıcır konuşmaya başlamana, bitmek tükenmek bilmeyen enerjine, küçük şeylerden mutlu oluşuna, sürekli gülümseyişine, benim eşyalarıma ortak olma çabana, “ne zaman ruj,oje süreceğim” diye serzenişte bulunmana, bunlar için bana kafa tutmana, taklit yeteneğine, esnekliğine, kedilere olan sevgine, üzüldüğümde ya da ağladığımda senin de gözlerinin dolmasına, hassasiyetine, saç uzatma hevesine, dondurma yerkenki iştahına, küs kalamayışına, abine olan hayranlığına, dikkafalılığına, özgür ruhuna, hayal gücünle yazdığın masallara, koca-karı kıvamındaki cevaplarına, yolda,orda burda her çalışana “kolay gelsin” diyişine, kalbinin ve hayata olan sevginin büyüklüğüne...Hayranlıkla izliyorum gözlerimin önünde büyümeni.

Ve şükrediyorum. Sağlıkla birlikte geçirdiğimiz her yıl için şükrediyorum.  İyi ki doğdun Nehir’im...


glitter-graphics.com